17 Aralık 2016 Cumartesi

Hayatımdan Mahrumiyet ve Zebillik Kesitleriyle Ulaştığım Güncel Kesit: Yeni Araba Alışımız

1993 yılında, Erzincan il sınırlarındaki bir köyde fetüslük günlerimi yaşadım. Genlerimdeki sarsılmaz egeliliğe rağmen soğuğu seviyor oluşum o günlere dayanıyor olabilir. 1994 senesinin ortalarında, doğum yaklaşınca annemin karnında Uşak'a getirildim. Baharın sondan bir önceki gününde Uşak Devlet Hastanesi'nde doğdum. Doğduktan sonra köye, babam ve annemin biriktirdiği paralarla yaptırdığı tek katlı beyaz eve götürüldüm. Eylül ayına kadar burada büyüdüm. Eylül ayında annemin tayini çıkan yeni yere, Gediz'in Uğurluca köyüne gittim. Bir müddet babamsız ama babaannemli yaşadık burada. Yani yaşamışız, anlattılar, yoksa ben bilmezdim. Söylemiş miydim, annem ve babam öğretmen. İkisi de köy mamulü ve 6 kardeşin en küçüğü. İkisi de maddi olarak çok parlak olmayan zamanlardan geçip büyümüşler. Babamın babası, yani dedem, babam 9 yaşındayken ölmüş. Babaannem tek başına 6 çocuğu büyütmüş. Anneminse hikayesi daha değişik, 6 kardeşler ve 6sı da "kız" kardeşler, hiç erkek yok. Dedem yağcı. Yağcı derken öyle değil, zeytinyağcı. Zeytinyağı sıkma işlerinde yardımcı olması için hep bir oğlan evlat istemiş. Hayli diretmiş. Ama nasip olmamış, sonunda annem de hanımefendi doğunca içinden "Bu da mı oğul değil behhh!" dese de dışından razı gelmiş. Annem kız silsilesinin sonuncusu olmuş böylece.
Ben de işte bu iki köy çocuğunun büyüyüp köy öğretmeni olduğu zamanlara rastladım. Bu sebeple 6 yaşıma kadar Gediz'in bir köyünde yaşadım. Bi müddet babannem gelmiş bakmış bana, şey derdi, hilal sen bebektin alırdım seni o köyde, komşuyaa giderdik. Orda oturduktan 2 dakka sonra ayağımdan dizime doğru pirelerin çıkışını hissederdim, kımıl kımıl. Yaaa. Öyle kanlı ısırıklı pis ortamlarda büyüdük biz annıo msn kardo. Ne yaşadınız ulan siz, duş jeli çağı çocukları.
Neyse Gediz'in köyünde geçen ilk çocukluktan sonra Gediz'e taşındık. 20binlik bir ilçeye taşınmıştık ama ben Hawai'de gibi hissediyordum çünkü bu bu köyden indim Gediz'e işini çok havalı buluyordum. Gerçi ben zaten havalıydım. Köyde büyümüşsem de daima kazağım Bücürük, azığım Pringlestı. Tek çocuktum, ilktim, annem özeniyordu. Hatta biz Gediz'e taşınınca tepeden bakıcı komşunun biri anneme "Dün komşularla sizin çocuğa baktık da, yemesi içmesi giysisi görgüsü terbiyesi... Sanki daha dün köyden gelmemiş de şehirde büyümüş gibi! Hayret ettik." demiş de annem çok alınmış. Ama bir şey diyememiş, bugün olsa diyor, ağzının payını kırardım diyor. Kadın da acayip yalnız, köyde insan değil mağara ayısı yetişiyor sanıyor zaar, yazık.
İşte Gediz'de kaldık bi beş sene. Tek çocuk olmanın minnoşluğuyla özel okula gönderildim. Öyle özel okulluk bi maddiyatımız yok he, altımızda brodvey var, ama çocuğumuz iyi eğitim alsın denildi. Sonra Uşak'a taşındık. Orda da parayla özel okul faslı devam etti derken 8.sınıfta hocalarım tarafından çağırıldım. Aynı özel kurumun lise kolunda başarı bursuyla okumam teklif edildi. Yuppii idi! Çünkü parlaktım, fen lisesi kazanacaktım bu belliydi, ama fenci olmucaktım bu da belliydi. Çünkü içimdeki eşitağırlıkçılık iştiyakı deli gibiydi. Bunun için en iyisi özel lisede kaliteli bi eğitimdi. Di işte. Bugün olsa gitmem. Pis lise. Üzüntülü anılar lisesi. Ergenlik tavan, gözyaşı falan lisesi... Neyse lisede burslu okudum yani. Yani okuluma para verilmedi. Ama yine de para birikmedi ve arabamız yine eski. Bu sefer Eskort aldık. Ford escort. Brodveyden sonra iyiydi. Faizli krediye bulaşmamada kararlı ailem para da biriktirmeyince biz o Escort'a 7 sene bindik. Arızalarından da illallah ettik. Bu yüzden değiştirmek için annemi iknaya giriştik. Yazdan beri dilimde biten tüyleri görse ayva namından utanır... Neyse çirkinleşmiycem.
Annem ikna olur gibi oldu. Ama paramız pek yoktu. Parayı çünkü yemeye içmeye ve giymeye adıyoruz. Eve giren her ay 7küsur milyar var ama birikmiş para 30bin lira. 30 bin liraya sıfır araba? Hayal... Hem almışken iyi bi şey alasımız var. Ama borca giresimiz kimseye minnet edesimiz de yok. Derken birden bir kampanya göründü kara gecenin bağrında parlayan ay misali. "25 bine kadar faizsiz kredi imkanı!" Üstelik 20 ayda ödeme. Yani ayda 1.250 lira. Piii, elinin kiri. Annem yeniden ikna odasına sokuldu, bu sefer hepten ikna edildi. Birikmiş paraya biraz daha eklendi, gidildi. Araba alındı gelindi. Tabi babam aldı geldi, bizse birkaç gün binmedik, çünkü yoğunduk. Derken önceki gün, hadi bugün dışarıda yiyelim dedik, arabaya gittik. Ben yeni arabadayım ama kendimi hala bordo Eskortta hissediyorum bünye alışık değil tabii. Bi de dün bindim işte. Kurcaladım falan baya. Herkes için sıradan olan dokunmatik ayar ekranıyla falan yeni tanıştım. Oraya telefonu bağladık arama yaptık falan. Babam şaşkın, ben ürkek. Ürkek, çünkü alışmak istemiyorum. Bugüne kadar çok şükür ne istesem yedim içtim gidim gezdim ama ben lükse alışık değilim. Lükslük mevzu değil gerçi, peki şöyle diyelim: Ben sek rahatlıkla öyle aman aman tanışık değilim. Ben hala anamın babamın köyüne gidince, ebemin dedemi ziyaret edince sobayla ısınıyorum. Hem ben babannem rahmetliye babanee yerine ebe desem de eğreti durmazdı mesela, çünkü  köy deyişlerini de şiveyi de bayılarak kullanıyorum. Ben nedense hala yerde yemeyi masada yemeye yeğliyorum. Ben ekmeğe susam çalmayı, yeni sağılmış inek sütünden alınan kaymağı, omletli pankekli kahvaltılardan çok seviyorum. Ve ben bunlara devam etmek istiyorum. Ben hayatın içinde, arada da olsa -arada, zira serde narinlik var!- zorlanmak istiyorum. Ben yer yer mahrumiyeti yaşamak, ki bu dünyaya kapılmamak istiyorum. Pencerelerden seyredip içlerine girmemek istiyorum ben. Pencerelerden seyredip içlerine girmemek istiyorum. Ben "Pencerelerden seyret içlerine girme!" diyeni dinlemek istiyorum.


*: Said Nursi Bediüzzaman <3

bir günün sonunda arzu*

kendimi öldürmeye cesaret ettiğim o gün, bana kırgın olsalar da mezartaşı yazımı es geçmesinler.
kaldıramadı desinler, dünyayı yaşamı yaşamayı.
kaldıramadı da kendini kaldırdı ortadan. adı gibi nazlıydı, tatlıydı, akıllıydı ama bunlar bir işe yaramadı.
hilal daha fazla katlanamadı. kanatlandı, gitti, meçhule.


* : ahmet haşim, ha bi de eklenti: kızımız katlanamazdı ama iyi şiir bilirdi.
en iyiler genellikle intihar ederler.
sadece kaçmak için.
ve o geride kalanlar, 
asla tam olarak anlayamazlar.
neden 
biri onlardan kaçmak istesin ki?
popon büyükse burnun küçük şeklinde teselliler veriyorum

15 Aralık 2016 Perşembe

Her Kış Yeniden Okuduğum:


siz ey sağlıklı ve varlıklı olanlar.
ey işleri tıkırında gidenler.
ey karnı tok, sırtı pek, yüzü gülenler.
ey seçim kazananlar ve koltuğa kurulanlar.
ey dolar uçuranlar ve muslukların başını tutanlar.
siz ey güç odakları, silah sahipleri, söz ustaları.
beş vakit namazını cemaatla kılanlar. gece teheccüte kalkanlar.
zikir ile coşup nara atanlar. defalarca hacca gidenler.
bir koyup beş kazanan tüccar, yağlı müşteriye
yaltaklanan esnaf; aracılar, tefeciler, bankerler.
ey mangalda kül bırakmayan siyasiler.
bilim babaları, akademisyenler.
emirle demiri kesebilenler.
unutmayın.
önümüz kış ve yoksullar sizi bekliyor.


Mustafa Kutlu

7 Aralık 2016 Çarşamba

2010 Civarındaydık

Avmlerin kibirli duvarlarından ezan sesi geçmiyordu, en dibe kaktırılmış tek seccade serimlik mescidin kapısında dua odası yazıyordu. ama kimsenin avuçları ıslanmıyordu. 
Mağazalarda kadınlar ve erkekler en iyi benim kırıtmalı adımlarla seçiyorlardı taptıkları markaların en nadide ürünlerini. Ve kimse kimseyle göz göze gelmiyordu. Kimse kimsenin gözlerine bakmıyordu. kimse kimsenin gözlerindeki ışığı yakmıyordu. Birisi gözlerine baksa biricik "kusursuzum" kabukları çatlayıp içlerindeki aciz hiçlikleri dışarı sızar diye korkuyorlardı raybanlarını aylaynırlı gözlerinin üzerine indiren genç kızlar.
Selamun aleykum demek eli tesbihli, siyah uzun burunlu kundura giymiş kirli sakallı abilerin kıroluk kelamı addediliyordu. Ve telefonlar kapatılırken şen sesle bir "baybay!" patlatılıyordu karşı tarafa. Üzerindeki kıyafet ne kadar pahalıysa o kadar kalkmayı hakediyordu burunlar, makyajı ne kadar kadar belirginse o kadar güzeldi bir genç kız. Türkü dinlemek müzik kulağı dandikliğine delaletti, yabancı müzik dinleyinceyse Mozart'laşıyorduk hepimiz.
Kalabalıktı. Bir gruba dahil olarak var olmaya çalışıyordu insanlar, kimsenin dönüp kendi içine bakmaya niyeti yoktu. Yalnız başına kantine inmeye çekiniyordu liseli kız, onu arkadaşsız sanarlar da ezik bir kezo olduğunu düşünürler diye korkuyordu. İnsanların hakkımızda ne düşündükleri çok önemliydi ve kim ne der kaygısı ile maskelere mesken etmiştik karakterimizi.
İyi bir gelecek için össde başarılı olmak şarttı, o kalan ömrümüzü belirleyen adeta bir sırattı. Hayvan gibi çalışmamız ve ezberlememiz gereken dünyalar tırtı bir sınava giriyorduk ve sonucuna göre "kalitemiz" belirleniyordu. Bazı insanlar sıralaması daha yüksek yerleri kazananların diğerlerinden daha zekalı olduğunu düşünecek kadar da gerizekalıydılar.
Hayat ne garipti vapurlar falan.. Ha olric? (Bi de bi ara olric fırtınası kopmuştu, tutunamayanların biricik kahramanı feysbuk köşelerinde mundar edilmişti ki sonra tıpkı popstar abidin ve firdevs gibi o da unutuldu.)
.
Huzursuzluktan söz ediyorlardı. İçlerindeki derin boşluktan ve ne aradıklarını bile bilmeden nihayetsiz bir arayışta olduklarından. 
Her yer çok parlaktı. Ama yıldızlar gözükmüyordu. Gülmek için sinema bileti alıp filme giriyor ama hiçbir zaman yolda yalnız yürürken içlerinden espri yapıp da bi ahahahah patlatıp sonra etraftakiler "Napıyo bu deyişik?" diye düşünmesin diye ağzını toparlamaya çalışmanın muzip mutluluğunu yaşamıyorlardı.
Feysbuka giriyor, bir iki "Bakın ne kadar mutluyuz, herkes görsün lütfen!" konulu fotoğraf paylaşıyor, twittera giriyor birkaç siyasi analiz yapıp bakalım kaç fav alacak diye pusuya yatıyor, etrafındaki envai çeşit süslenmiş kainata bakmayı unutmuş gözleriyle instagramda doğa fotoğrafı layklıyordu.
Sohbet etmek unutulmuştu. Eve misafir çağırılan o nadir günlerde bile gelenler içeri buyur edildikten sonra ilk iş televizyon açılıyordu. Ve nedense kimse "Yav ben tv'yi evde de izlerim gel hasbihal edelim kardeşim." demiyordu.
İnşallah deyince "İnşallahı falan yok olacak o kadar!" deniliyor ve göz göze gelince gülümsediğimiz insanlar "Ne gülüyon mal mısın" kıvamı bi mimikle tokat gibi diğer tarafına dönüveriyordu.
Sevmek biricik mahcup ihtiyacıydı insanoğlunun, sevmese delirirdi insan ama işte kimseye güvenilmiyor, etraftakilere az sonra sırtına hançeri sokum sokum sokacakmış gibi bakılıyordu. 
Ve derken yine, huzursuzluktan söz ediyorlardı. İçlerindeki derin boşluktan, kahkahaların ardından çöken anlamsızlıktan, anların yavanlığından.
Anılmaya değer olmayan şeylerin böylesine anıldığı bu naylon tatminler çağında kalbin mutmain olmasını kim, nasıl bekleyebilirdi?
oy'du. ve de dağlar'dı. 
2010 civarındaydık ve yorulmuştuk. Yaşamaktan, en güzel mücevherimiz samimiyetimizi yitirmekten, içimizi tüketmekten...
nazlıydık... hilaldik... Baya da iyi sezerdik hanny xDd 
Sustuk.

                                                                                                                                  3 Eylül 2013, Uşak